“Biliyorum;
Kendi dilinden bir şeyler söylemek gerekiyor sana,
Bazen söylenecek söz olmasa da.
Sustun yıllarca
Ve konuşmadın bir daha
Yüreği korlanmış insan-ı kamil.”
1909’da Qeredereşi’de Dersim - Ovacık doğumludur. Küçük yaşta kendisi ile aynı isme sahip olan ( Firik) babasıyla birlikte Dersim’i diyar diyar dolaştı, sazıyla coştu, sözde ise ustalaştı. Kendi deyimiyle bu meşakkatli yolun ilk desturunu çok sevdiği babasından almıştı. O, Kırmanc cemaatleri içinde pişti ve “ocak” kültürünün deryalarından beslendi, küçük yaşta İnsan-ı Kamil sırrına erdi. Dewreşcemalu, Dervişcemal aşiretinden olan babası Firik Bava, tarafından eğitim görmesi için Erzincan’a gönderilir. Türkçe’yi burada öğrenir. Daha sonraki yıllarında deyişlerinde, konuşmalarında bunun etkisi görülür. Dersimin İnsan-ı Kamillerinden olan Firik Bava, diğer adıyla Seyfi Firik Dede 106 yaşında 10 Temmuz 2007 yılında aramızdan ayrıldı.
Firik Dede’nin hayatından kısa bir kesit;
Firik Dede; 1926 yılında babasıyla birlikte Erzincan’a taliplerine giderler ve Beyler Köyünde cem tutarlar. Bir ihbar sonucu güvenlik kuvvetlerince bulundukları ev basılır. Baba oğul gözaltına alınır. Bu duruma talipleri çok üzülür “biz çağırdık ve elimizle teslim ettik “ diye, çalmadık kapı bırakmazlar. Derken Sağır oğlu Mustafa Bey’den yardım isterler. Onun kefil olması sonucunda bir daha cem ayini tutmamak kaydıyla bir ay süren tutukluluğun ardından ikisi de serbest bırakılır.
Baba oğul Dersim’e geri gelir. Fakat haklarında konulan yasağı çokta ciddiye almazlar ve gizli gizli cem tutmaya devam ederler. 1933 yılında Ovacığın Çexperi köyünde “xızır” cemi tutarlar ama cem yeri yine ihbar edilir. İkisi de yakalanır ve elleri kelepçelenerek Sırrı Yüzbaşı’ya teslim edilirler.
Pirleri’nin bu durumuna oldukça üzülen Kurno İbrahim Sırrı Yüzbaşıya gider, sıkı bir pazarlığa oturur. Bu pazarlığın sonucunda onbeş kilo bal, bir teneke yağ, bir kısır keçi ve yirmi kilo peyniri Yüzbaşıya vererek Pirlerini elinden alır.
Ama olaylar peşini bırakmaz. Sonunda Firik Dede her yerde aranır duruma düşer. 1937 yılında Hozat Zankirek muhtarı olan amcası Çıla’dan, Firik dedeyi teslim etmesi istenir. Çıla, bu ihaneti kabul etmeyince eşi ve çocuklarıyla birlikte kurşuna dizilir. Çıla’nın başına gelenleri duyan Firik Dede Zangireğe koşar, belki aileden birini bulurum diye ama nafile, sadece Çıla’nın kayınbiraderini bulur. Amcasının ailesinden geriye kimsenin kalmamasına çok üzülür, ağıtlar yakar, boş konakta dövünür durur ve bir köşede yığılır kalır. Firik Dede bu haldeyken aynı gece “Palancı qumas” (milis) “Peyik” karakoluna haber vererek Firik dedeyi yakalatır. yapılan üst aramasında Firik Dede’nin cebinde Seyit Rıza’ya ait bir mektup çıkar. (Seyit Rıza cezaevindedir.) Bu mektupta yazılı olan bazı deyimleri çözemezler ve ne anlama geldiğini söylemesi için de Firik Dede’ye günlerce işkence yaparlar. En çok da kime yazıldığını merak ederler ama o inkar eder ve kendisinin de bilmediğini söyler.
Firik Dede’nin gözaltı haberi Ovacığa ulaşır. Bunun üzerine babası, Hozat’a gelir ve oğlunu kurtarmak ister. Baba Firik askeriyeyle ilişkileri iyi olan bazı insanları devreye koyar. Bu arada bir gelişme olur. Hozat’ta zalimliğiyle nam salmış “Tacim Yüzbaşı” gitmiş yerine daha ılıman olduğu söylenen “Şevki Yüzbaşı” gelmiştir. Şevki Yüzbaşı da bu hatırlı dostlarını kırmaz, bir süre sonra Firik Dede’yi sürgün kafilesine dahil edilmek üzere serbest bırakır.
Herkes onları Balıkesir “Dursunbey’de” zannederken, baba oğul kaçarak Ovacığa dönerler ve ölüme meydan okuyarak Dervişane Dervişane dolaşmaya devam ederler. Ovacığın ileri gelenlerinden olan Mahmut Ağa, bu değerli iki bilgenin ölümüne gönlü razı olmaz. Eski Pulur köprüsüne epey bir uzaklıkta Munzur suyunun kenarında bunlara yer altında gizli bir mahzen yapar ve ikisini de oraya gizler. Bu mahzenin yerini de ailesi dahil kimseye söylemez.
Mahmut Ağa’da 1938 yılında Dersim'den sürgüne gönderilirken sorgulanır, eziyet edilir, Firik Dede’nin nerede saklandığı sorulur. O ise yerlerini bilmediğini söyler.
Firik Dede ve babası 1938 yılından 1941 yılına kadar gizli yaşamaya devam ederler. İhanetin kol gezdiği bir ortamda kimseye görünmezler. Sonra kaçak yaşayanlarla ilgili haklarında herhangi bir yasal işlem yapılmayacaktır diye emir gelir. Kısacası “kaçak yaşayanlar yerlerine dönebilirler “ denilince onlar da meydana çıkar, tekrar kaldığı yerden yola devam ederler.
Kılamları (ağıtları) şimdi daha da hüzünlüdür. “efendim efendim aşuğlar derdine derman efendim” ile sazı dile gelir ve dervişin dilinden dökülen her nağmeye gözyaşları eşlik eder. Çünkü o artık dünden daha çok yaralıdır. Dile kolay 1938 yılının acısıyla yaşamak ve bu yarayı ömür boyu taşımak. “İnsan olan buna dayanabilir mi?” derdi.
Firik Dede der ki;
Başımıza geleni sorma oğul, bir karanlık dönemdi. Yaşadığımız harami sofralarında yer kapma yarışına girdiğimiz gün zaten kayıp etmiştik her şeyi. Cellada kılavuz olma halimizi evliyalarımızda kabul etmemişti. Kabul etmediği içindir ki bize gidin ne haliniz varsa görün demişlerdi.
Bil ki oğul; bütün karanlıklar kötüdür ömrüm boyunca şafağa secde etmem bu sebepledir. Çünkü seherin vakti ilk ışığın habercisidir ve bil ki ışıkta leke yoktur. Bilir misin oğul toprak evlerimizin kapısı neden hep güneşe açılır, sence bu bir tesadüf müdür?
Unutma ki dersimin bütün ulu ağaçları gövdelerinde bize yer açmıştı, dağlarımızsa mazlumun sığınma evleriydi. Onların kerametinden bir gün olsun şüpheye düşmedim ama gel gör ki her sabah kapımızın eşiğini ısıtan o yüce varlığa önce biz sırtımızı döndük sonra da yol ve erkanı kayıp ettik.
Unutma ki, harami sofralarındaki kan lokmasını biz hazmettik ama onlar asla hazım etmedi. Kendi gerçeğine hep sadık kaldılar kısacası. Dersimin tılsımını biz bozduk oğul ve bedelini de ağır ödedik şimdi anlıyor musun neden küstüğümü?
En büyük acılarından birini 1981 yılında yaşar. Öğretmen Okulunda okuyan küçük oğlu Behzat tatilde Dersime ailesinin yanına gelir. Askeri darbenin generalleri işbaşındadır ve bütün köyler, ormanlar abluka altındadır. Bir gün askerler evlerine gelir ve "yol gösterme" bahanesiyle iki kardeşi yanlarına alırlar. Bu sırada Behzat’ın büyük kardeşi olan Ekber kötü bir şeylerin olacağını hisseder kardeşinin öğrenci olduğunu ve bir şey bilmediğini, söyler. Ona rağmen Behzat’ı da yanlarına
alarak ikisini de ormanda ağaçlara bağlayıp sorgularlar. Abisi Ekber’i gözleri ve elleri bağlıdır. Gözlerine takılan bağı aşağı indirdiğinde Kulaksız lakaplı Binbaşı’nın kardeşine korkunç bir işkence yaptığını, kasatura ile kardeşinin yüzünü, gözünü çizmekte olduğunu görür. Durumu fark eden askerler Ekber’in gözlerini tekrar bağlarlar. Bir müddet sonra ormanı yanık et kokusu sarar. Ekber tekrar gözlerindeki bağı hafifçe indirir. Bu kez Ateşte kızdırılan kasatura ile kardeşi Behzat’ın vücuduna işkence yapıldığını görür. Bu duruma dayanamaz ve bayılır. Bir süre sonra kendisine geldiğinde komutanın askere "kafasına ateş et" dediğini duyar. Asker emri yerine getirmez. Binbaşı silahı alır ve kafasına bir kurşun sıkar.
Oğlunun ölüm haberini duyan ve yanlarına gittiğinde bu vahşeti gören Firik Bava o günden sonra kimseyle konuşmaz olur ve kendi iç dünyasına çekilir.
Firik Dede, son yarım asırda ne cem tuttu ne de taliplerini gezdi. Dizlerinin feri düşmüş, dili lal olmuştu. Kolay değildi onun yaşadıklarını yaşamak. Çünkü 1938 yaralarına yeni yaralar eklenmişti ve bu son hesaplaşmayla da, o bir oğul ve bir de torun vermişti. Bundandır ki bir asırlık ömrünün son yıllarından Hakk’a yürüdüğü güne kadar kimse onun güldüğüne tanık olmamıştı.
Acılarla yoğrulmuş bir hayatın kahramanı olan Firik Dede’yi Rahmet ve saygı ile anıyoruz. Yolu ışık, devri daim olsun.
Köklerimizi kestiler savrulduk
Dallarımızı kestiler tutunamadık.
Şimdi ne bir baş bulabiliyoruz, başımıza denk
Ne de bir kol, kolumuza eş.
Firik Dede
Efendim benim efendim,
YanıtlaSilBen senin kulunam sen benim sultanım.
Firik Dede
Thomire xo gureto deste, xo wenda wayire xo dano.
YanıtlaSilTamburunu almış eline, oturmuş sahibine sesleniyor.
Firik Dede
Gönül bir gemidir sen dümenisin
YanıtlaSilYelken açmak ister bu dervişlerin.
Firik Dede
Yüzün şems-i kamer gözlerin nurdur
YanıtlaSilAynı hilale benzer kaşların.
Firik Dede