Seçme Dörtlükler
Gece, gül bahçesinde ararken seni,
Gülden gelen kokun sarhoş etti beni
Seni anlatmaya başlayınca güle
Baktım kuşlar da dinliyor hikâyemi.
Seher yeli eser yırtar eteğini gülün
Güle baktıkça çırpınır yüreği bülbülün
Sen şarap içmene bak, çünkü nice gül yüzler
Kopup dallarından toprak olmadalar her gün.
Biz de çocuktuk, bir şeyler öğrendik
Bildiklerimizle övündük, eğlendik.
Şu oldu, bu oldu da ne oldu sonra?
Bir bulut gibi geldik, yel gibi geçtik.
Düşünce göklerinin baş konağı sevgidir sevgi
Gençlik destanının baş yaprağı sevgidir sevgi
Ey sevginin sırlarından habersiz yaşayanlar,
Bilin ki tüm varlığın baş kaynağı sevgidir sevgi.
Bu uçsuz bucaksız dünya içinde, bil ki,
Mutlu yaşamak iki türlü insana vergi
Biri iyinin kötünün aslını bilir,
Öteki ne dünyayı bilir, ne kendini.
Bu varlık denizi nerden gelmiş bilen yok
Öyle büyük bir inci ki bu büyük sır delen yok
Herkes aklına eseni söylemiş durmuş,
İşin kaynağına giden yolu bulan yok.
Gönlümün dilediği gül yüzüne bakmak
Elimin özlediği kadehi kavramak
Her zerrem nasibini almalı dünyadan
Yarın güle kavuşturmadan beni toprak.
Gönül dedi Ben neyim ki, bir damla sadece
Ben nerde, görmediğim koca deniz nerde?
Böyle diyen gönül denize kavuşunca
Baktı kendinden başka şey yok görünürde.
Dün gece usul boylu sevgilim ve ben,
Bir kıyıda gül rengi şarap içerken
Sedefli bir kabuk açıldı karşımızda
Sabah müjdecisi çıkıverdi içinden.
Eşi dostu verdik birer birer toprağa
Kiminden bir taş bile kalmadı ortada
Sen, yorgun katır, hala bu kalleş çöldesin
Sırtında bunca yük, yürü bakalım hala.
Dert içinde sevinci bul da yaşa
Haksız düzende haklı ol da yaşa
Sonu nasıl olsa yokluk dünyanın,
Varından yoğundan kurtul da yaşa.
Ben olmayınca bu güller, bu serviler yok.
Kızıl dudaklar, mis kokulu şaraplar yok.
Sabahlar, akşamlar, sevinçler tasalar yok.
Ben düşündükçe var dünya, ben yok o da yok.
Güneşi balçıkla sıvamak elimde değil
Erdiğim sırları söylemek elimde değil
Aklım düşüncenin derin denizlerinden
Bir inci çıkardı ki delmek elimde değil.
Gören göze güzel, çirkin hepsi bir
Âşıklara cennet, cehennem, hepsi bir
Ermiş ha çul giymiş, ha atlas
Yün yastık, taş yastık, seven başa hepsi bir.
Bu dünyaya kendi isteğimle gelmedim ben
Şaşkınlıktan başka şeyim artmadı yaşarken.
Kendi isteğimle de gidiyor değilim şimdi,
Niye geldik kaldık, niye gidiyoruz bilmeden.
Felek doğruyu eğriyi tartaydı,
Her işine güzel demek kolaydı.
Böyle mi yaşardı iyiler dünyada,
Evrenin özü doğruluk olaydı?
Açılmaz kapıları açmanız mı gerek?
Dünyada insanca yaşamanız mı gerek?
Bırakın öyleyse iki dünyayı birden
Ey ölü canlılar, canlar uyanık gerek.
Gönül, her an sevdiğinin kapısında ol
Her istediğini onda ara, onda bul.
Aşk tavlasında hileye kaçma kalleşçe
Koy canını ortaya, soyulursan soyul.
Şarap sonsuz hayat kaynağıdır, iç
Gençlik sevincinin pınarıdır, iç
Gamı yakar eritir ateş gibi,
Sağlık sularından şifalıdır, iç.
Can bir şaraptır, insan onun tesdisi
Beden bir ney gibidir, kan o neyin sesi.
Hayyam, bilir misin nedir bu ölümlü varlık?
Hayal fenerinde bir ışık pırıltısı…
Dünyada akla değer veren yok madem,
Aklı az olanın parası çok madem,
Getir şu şarabı, alın aklımızı
Belki böyle beğenir bizi el âlem.
Ömür defterinden bir fal açtım gönlümce
Halden anlar bir dost gelip falı görünce
Ne mutlu sana, dedi daha ne istersin
Ay gibi bir sevgili, yıl gibi bir gece.
Bahar geldi başka bir şey istemem kafamda
Hele akla hiç yer vermem bahar soframda
Şarap, seninleyim bu mevsim, koru beni
Söğüt ağacı, sen de ser gölgeni altıma.
En doğrusu, dosta düşmana iyilik etmen
İyilik seven kötülük edemez zaten.
Dostuna kötülük ettin mi düşmanın olur
Düşmanınsa dostun olur iyilik edersen.
Gök yaban gülleri döküyor eteğinden
Bir çiçek yağmuruna tutuldu sanki çimen
Gül şarap dolsun kadehimin lalesine
Mor buluttan yere yaseminler düşerken.
Saki, gökler, denizlerce dolgunum
İçime sığmaz oldu coşkunluğum
Ak saçlarımla sarhoş ettin beni,
Kış ortasında bahar bulutuyum.
Sabahattin Eyuboğlu, Hayyam Bütün Dörtlükler
Geçmiş günü beyhude yere yad etme
Bir gelmemiş an için de feryad etme
Geçmiş gelecek masal bütün bunlar hep
Eğlenmene bak ömrünü berbad etme.
Türkçesi Orhan Veli Kanık
Hayyam, Seçme Şiirler, S. 4, Akdeniz
Bu şarabı dilenci içti, bey oldu gitti.
Bu şarabı tilki içti, aslan kesildi.
Bu şarabı ihtiyar içti, oldu delikanlı.
Delikanli içti, ömrü bi uzadı, bi uzadı, bi uzadı…
Doyacak kadar aşın varsa,
Başını sokacak bir damın,
İnsanoğluna kulluk etmiyorsan,
Başkasının sırtında değilse geçimin,
Tamam, güneşli günler içindesin.
Türkçesi A. Kadir, Bugünün Diliyle Hayam
Bir gün yıkılır saltanatın, yapma güzel
Fırsat sana el vermiş iken, ver bize el.
Bir ülkeye benzer bu güzellik, sonu yok,
Bir gün çıkar elden hadi, lütfetmeye gel.
Tan rüzgârı esmiş, düşmüş gül etekten.
Bülbül güle tutkun, hem öylesi içten.
Kalk, içkini doldur, savrulmada dallar
Sönmüş göreceksin, gül, bir sabah erken.
Ben, gönlü temiz insana kurban olayım.
Gezsin başım üstünde benim, hoş tutayım.
Ham insanı al karşına, söylet azıcık,
Dön, sonra cehennem ne imiş, gel sorayım.
Bir solukluk canımız var, o da saki, senden.
Gerçi hoşlanmadı halk, gitti ne yapsak, bizden.
Kalan içkim geceden bir yudum ancak, bilirim.
Yaşamından, ama kaç gün geri kalmış bilmem.
Düşmüş feleğin çarkına, hep fırlanırız,
Sizler onu esrarlı fenermiş sanınız.
Evren koca fanus ve güneş lambasıdır.
Bizler de biçim, simge, bireyler kalırız.
Türkçesi Rüştü Şardağ, Bütün Yönleriyle Hayyam Rubaileri
Biliyor musun, selviyle süsenin hürriyeti neden dillere düştü,
Neden yollara yayıldı? Süsenin on dili vardır, ama gene de
Susmaktadır selvinin yüz eli vardır, gene de eli kısadır,
Bir yere uzanmaz.
Açıklama:
Selvi uzayıp giden, sağa-sola eğilmeyen bir ağaç olduğu için edebiyatta hürriyeti temsil eder olmuştur. Süsenin de, çiçek yapraklarının her biri, bir dile benzetilmiş, fakat söz söyleyemediği için susmak timsali sayılmıştır.
Hayyam, selvinin elleri - kolları var fakat bir yere uzatmıyor süseninde dili var fakat bir söz söylemiyor onun için hür bunlar demekle, devrinde sağ – esen kalmanın, bir yere el uzatmamakla, bir söz söylememekle mümkün olabileceğini de anlatmış oluyor.
Abdülbaki Gölpınarlı, Hayyam ve Rubaileri, S. 130,198
Ey gül, sen, bir gönül kapanın, bir sevgilinin yüzüne benziyorsun ey şarap, sen cana canlar katan bir dilberin la'l dudaklarını andırıyorsun. Ey benimle kavga edip duran baht, her solukta daha da yabancı davranıyorsun bana sen, bir bildiğe benziyorsun.
Abdülbaki Gölpınarlı, Hayyam ve Rubaileri, S. 71
Geçici aşkın tadı-tuzu yoktur, köz olmuş, yarı sönmüş ateş gibi bir parlaklığı, bir ısısı yoktur. Âşık olan kişinin yıllar, aylar, boyunca gece-gündüz ne rahatı-kararı olmalı, ne yeyip ne içmesi.
Abdülbaki Gölpınarlı, Hayyam ve Rubaileri, S. 109
Dostum boş yere dünya gamını yeme boş yere şu yıpranmış dünyanın derdiyle dertlenme olan oldu, geçen geçti olmayansa daha belirmedi hoş olmaya bak olanın, olmayanın gamına dalma.
Abdülbaki Gölpınarlı, Hayyam ve Rubaileri, S. 134
Aklını başına al zaman pek kötüdür tozu dumana katmadadır emin olarak oturma devranın pençesi pek yırtıcıdır zaman, ağzına baklava koysa, helva verse sakın inanma zehirlidir o baklava ağıyla karışmıştır o helva.
Abdülbaki Gölpınarlı, Hayyam ve Rubaileri
Aptallara göre insanlar; ırk, cinsiyet, milliyet, yaş, statü, renk, din ve dil başta olmak üzere 8'den fazla kategoriye ayrılırlar. Halbuki olay bu kadar komplike değildir. İnsanlar sadece ikiye ayrılırlar: İyi insanlar ve kötü insanlar.
YanıtlaSilAlbert Einstein