11 Temmuz 2012 Çarşamba

Bir İstanbul Hikayesi

Yıl bindokuzyüzellialtı, yağmur yok, mahsul de kalmadı tarlada
Çocukluk arkadaşıydık bir ben, bir Ahmet, bir de kel Murtaza
Karar verdik memlekette neyimiz varsa savdık sattık, düştük yollara,
Uzun bir yolculuktan sonra vardık taşı toprağı altın denilen İstanbul’a…


Şafak vakti indik trenden bakındık biraz sağa sola
Eminönü’ne nasıl gidilir diye sorduk gördüğümüz bir adama
Şuradan bineceksiniz dedi, aradığınız vapur şu tarafta.

Bindik vapura bayağı güzel, bir o kadar da havadar
Keyfimiz yerinde konuşmaya dalmışız üç kafadar
Dikkatimizi çekti biri, bize bakıyor manidar manidar.

Göz göze geldik birbirimizle, tanıyor muyuz diye,
Tanımıyorduk, ürperdik birden, bilemedik niye.
Dayanamadık sorduk, neden bakıyorsun bize?
Adam dedi kalkın oradan polisim adım Erkan, memleketim de Rize.
Bir de demez mi ki, İstanbul’a gelirken aldınız mı vize?

Ne yapacağımızı şaşırdık, düştük mü bir belaya
Dedik Karslıyız, bilmeyiz vize mize trenle geldik buraya
Ekmek kavgası, onun için düştük çileli yollara
Bu uğurda gerekirse canımızı bile koyarız ortaya
Öldürsen de bizi, adım atmayız nah şuradan şuraya.

Dedi ki, şaka yaptım delikanlı adamlara benziyorsunuz,
Nereden gelip, nereye gidiyorsunuz?
Dedik Kars’dan geldik, Eminönü’ne hemşerilerimizin yanına gidiyoruz.
Adam demesin mi ben de oraya gidiyorum, götüreyim oraya kadar sizi.
Bilemedik meğerse şerefsiz, sonunda yakacakmış bizi.

Eminönü’nde vapurdan indik, oturduk bir yerde simit yedik, çay içtik
Muhabbete öyle dalmışız ki vakit su gibi nasıl da akıp gitmiş
En son hatırladığımız adam dedi ki, geç oldu haydi kalkalım, işimize bakalım.
Çay mı yoksa simit miydi bilemedik sarhoş edip, bizi bu hallere düşüren
Sonrasını hatırlamıyoruz geçmişiz kendimizden, olmuşuz çekirdeksiz badem.

Uyandık ki bir yerdeyiz, ne in var ne de cin, bildiğiniz virane
Baktık ki zulaya ne görelim, tam takır kuru bakır, kaldık mı avare
Soyulmuşuz üstümüzde sadece bir don bir de yamalı gömlek, olmuşuz divane
Bilmiyoruz neredeyiz etrafta kimseler yok sessizce ağlıyoruz halimize biçare.

Hava soğuktu üşüdük, karnımız da acıktı, sokulduk birbirimize kedi eniği gibi
Konuşuyorduk soluksuz, gelmese miydik keşke, halimiz şimdi ne olacak diye?
Umutlarımızı yitirmek üzereydik ki, biri dikildi karşımıza pecmurde mi pecmurde
Sorduk, hemşerim biliyor musun ne oldu bize, burası da nere?
Adam demez mi ki uyanık olacaksın, güvenmeyeceksin hayatta babana bile.

Neyse uzatmayalım, sonunda zor da olsa ulaştık inşaatta çalışan tanıdıklara
El aman arkadaşlar soyulduk, ne olur yetiştirin bizi hemen karakola
O alçağı bulsunlar, soygunu yapan polis Erkan, memleketi de Rize.
Dediler ki, faydası olmaz varsak bile kadıya, atı çalan çoktan varmıştır Üsküdar’a…

Neyse kalktık gittik karakola canhıraş bir halde, komiser sordu, nedir derdiniz?
Dedik komiserim hiç sorma, polis Erkan bizi soydu, beter haldeyiz.
Komiser baktı bize güldü dedi ki, ulan bu İstanbul’da hiç bitmez mi keriz
Böyle bir şahıs yok gerçekte, bundan sonra daha çok dikkat ediniz.

Meğer İstanbul dolmuş
kefere, çomak bile sokarlarmış hızlı dönen tekere
Şükür ettik, olan oldu giden sadece mallarımız, onu da kazanırız bir dahaki sefere
Bu da bize ders oldu böyle biline, güvenmeyiz artık her önümüze gelene
Aslında kötü bir tecrübeydi ama gözümüzü açtı, polis Erkan denilen hergele.

Bu şehrin taşında toprağında altın varmış pul pul
Ama sabrın yeterse arayıp ta sen bul.
Yaşanmışlıkları anlattım sadece, anlayana olurum kul
Bilmeyip de merak edene, işte size İstanbul.

10 Temmuz 2012

Muzaffer Aytekin
Mirhani

1 yorum:

  1. Akılsız insanın durumu ve karakteri: iyiliğini ve kötülüğünü kendisinden beklemez, hep başkalarından bekler.

    Bilge insanın durumu ve karakteri: başına gelecek bütün iyiliği ve bütün kötülüğü kendisinden bekler.

    Epiktetos

    YanıtlaSil

Yorum yapmak ve siteye üye olmak isteyenler, Gmail hesabı ile siteye üye olabilir, Sitede yorum bölümünde, “yorumlama biçimi” yazan butondan “Google hesabı” yazanı seçerek yorumunuzu yazabilirsiniz.

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.