18 Nisan 2011 Pazartesi

Gülsultan


Sabahın ilk ışıklarıydı;
Daha güneş doğmamıştı. O gün benim için önemi bir gündü. Gül toplamaya gidecektim Hacı Süleyman dedenin bağına. Koşa koşa gittim, büyük bir gıcıtıyla bahçe kapısını açtım, aradan süzüldüm ve bıraktım.
Kapı iyi bir gürültüyle kapandı. Ahırın üstündeki evin küçük penceresinden Hacı İsmihan ninemin kafası gözüktü. Bir kat merdiven çıktıktan sonra açık solgun ve yorgun bir mavisi olan kapının taktağını çaldım.

- Gel bakem çeri gel, Hacı diden çıkar şimdi...

-Yok ben beklerim burda;

Arka tarafa bağa doğru dolaşamıyordum çünkü sarı zağar bir köpek vardı. Daha bahçeden içeri girdim mi başlardı deli gibi havlamaya...

Neyse metal bakırları aldı dede, yanında torunu ismet abiyle beraber pembe ve hoş kokulu güllerin içine daldık. Sıra sıra ucunu göremediğim kadar gül vardı. Başladık toparlamaya. Onlar daha hızlılardı, geride kalmaya başlamıştım. Dedim;

-Dede siz ne kadar hızlı topluyorsunuz ben size yetişemiyorum. Dede boğuk sesiyle bana seslendi

-  Tekem toplarken arkana bakmecen, bakasan akşama gada çıkamazsın...

-Neden?

- Güneş ışığı çıkmaya başladı mı patır patır açmaya başlarlar. Arkana bakarsan onu da toplıyayım bunu da topluyayım derken akşamı edersin. Hadi sen şu bakırı çuvala dök de bize yetiş...

Öyleydi böyleydi derken saat 9 a geldi. Dede bütün topladıklarımızı bir çuvala koyduktan sonra benim bisikletin arkasına iple sıkıca sardı. İki km ilerde gülyağı fabrikası vardı. Fransızlar çalıştırıyordu. İsmini hatırlamadığım bir adamın yanına gönderdi. Adam beni kapıda karşıladı. Biraz değişik biriydi. Beni görünce:

- "Sen nasıl geldin buraya" dedi.

- Neden?

- Lan olum bacakların pedallara zor yetişiyor gül satmaya gelmişsin

- Boyumun ufak olduğuna bakma amca ben 3. sınıfım dedim

Adam gülmeye başladı.

- Hem boyun ufak hem de güllerin kötü dedi. Ben bunları fabrikaya almam!

Boyumla dalga geçmişti. Utangaç olmama rağmen çok sinirlendiğimden cevabı yapıştırdım;

- Akıl yaşta değil baştadır amca, fabrika seninse güller de benim beğenmediysen gider başka yerde satarım!

Adam birden kayaya çarpmış gibi oldu benim gibi bastıbacak, zayıf, çelimsiz birinden böyle bişi beklemiyordu.

Biraz gülümsedi ve

-Ya kerata yaaa... Ufak tefeksin ama yaman oğlanmışsın aferim sana!

Cebinden ince küçük bir cam tüp çıkardı. Gel bakalım dedi. Tüpün içinde bir çubuk vardı, o çubuğu çıkarıp üzerindeki kokuyu dudaklarımın üzerindek sarı tüylere sıvadı. İnanılmaz bir kokuydu. Biraz yaktı ama çok hoştu. Gülümseyip elini öptüm. Dedim amca bu ne?

-Has adamlara sürülür bu... Gül yağıdır. Dedi. Öldüyse Allah o adama rahmet etsin.

Ne zaman gül dense aklıma o koku gelir.

Bak yine burnuma o koku geldi. Parmaklarmı hafifçe dudaklarımın üstüne sürttüm. Aklıma gülsultan dediğim beste geldi. Bilgisayar ekranının karşısına geçip hayali olarak parmaklarımla her iki kaşını sıvazladım. Bayanların kaşlarına sürülürmüş. Hatıramız olsun...

Beste hanıma ithafen yazılmıştır.

18 Nisan 2011

Zaflar zafı

Patozaf

1 yorum:

  1. Öyle güzel gülmelisin ki,
    insanlar seni ağlatmaya utanmalı...

    Marquez

    YanıtlaSil

Yorum yapmak ve siteye üye olmak isteyenler, Gmail hesabı ile siteye üye olabilir, Sitede yorum bölümünde, “yorumlama biçimi” yazan butondan “Google hesabı” yazanı seçerek yorumunuzu yazabilirsiniz.

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.