Canım sıkılınca içim daraldığında dağları seyredip derin bir oh çekmek sonrasında Allah’ım ne güzel yaratmışsın demek nadiren de olsa en sevdiğim şeylerdendir. Konumuzun dağla ne alakası var diyeceksiniz ama var ki bişi söylüyoruz.
24 Nisan 2011 tarihindeki dev buluşmanın yansımaları.
Günlerden pazar, annemi hastaneden çıkardım sağ salim dualarla ayrıldım. Aslında Burdur’dan da gidebilirdim ama yolumu 2 saat uzatmak bana pek bişi kaybettirmese gerekti. Görmem gereken biri vardı. Aslında internet ortamında tanışıp sanki yıllardır görüşen iki insanmış gibi birbirine bağlı arkadaşın görüşmesiydi bu. Çok arzuluyordum. Neyse aradım beni terminalde bekleyecekti. 21 nolu perondayım dedim. Sonra park yerinin arka tarafta olduğunu söyledi onu bekletmemek için arka tarafa dolaştım ama o 21 nolu perona gelmişti bile. Geri perona döndüm. Heyecan doruktaydı. Nerde, nerde... Acaba hangisi, derken 21 nolu perona doğru yaklaştım. Aşağı yukarı 165–170 cm boylarında Agatha Kristi görünüşlü, asil ve dik duruşlu, sarı-kızıl saçlı, siyah ciyan ferro gözlüklü bir bayan duruyordu ilerde.
Karşıya bakıyordu yaklaştım ya o değilse...
Dedim hafif gülümseyeyim bakalım belki odur. Derken karşımda gülümseyen birini gördüm. Bu gülümsemeleri takiben sarıldık. İlk lafı şu oldu. “Dağ Dağa Kavuşmaz, İnsan İnsana Kavuşurmuş" ya inanamıyordum. Sanki beraber yıllarımızı geçirmişiz de tekrar buluşmuşuz gibiydi. Dışarı çıktık.
—Dedim ki bi çimdik atsana bana?
Afalladı ama kırmamak için attı bir çimdik.
Dedim
—Bu gerçek mi yaaa.
—Evet, gerçek dedi, gülümsüyordu.
İlerde bir Toyota gördüm besbelli onundu. Bindik arabaya hemen kemerini taktı... E bize de takmak yakışır Zafer hocaaa dedim. Yanındaki misafirlerle merhabalaştım. Hemen bi yemek yiyelim dedi. Tamam dedim çünkü vaktim sınırlıydı. Vakit sanki şelale olmuş gidiyordu. Nezih bir lokantaya gittik, misafirleri önceden ayarlanmış gibiydi yedikleri fix menü vardı. Ben ne yesem diye düşündüm kebaplar diyarından geliyordum. Hem kibar olmalıydım. Çatal, bıçak, bilmem ne... Ya aslında pek sevmem öyle alengirli işleri ama karşımda koskocaman Patroniçe Paraf var karizmayı sağlam tutmak lazımdı. Derken uzun bir tahtanın üstünde Konya Mevlana usulü pidem geldi. Offf ne güzel görünüyordu. İşte çatal matal derken baktım bana seslendi.
—Ya ne çatal matal uğraşıyorsun alıversene eline yabancı mı var... Ohhh hay ağzından bal damlasın rahatlayıverdim.
Neyse yemek faslı bitti bahçeye çıkıp kahve içmeye başladık, sohbetin biri bin para falanca ne yazmıştı, filancayı tanıyor musun? Etraf ile ilgili merak ettiğim her şeyi sormaya başladım. Kendimi muhabir gibi hissetmiştim bir ara. Neyse dedim ya vakit şelale gibi akıyordu. Benim acilen Konyaaltı’na gitmem gerekti ama şimdi gelmiş oturmuşuz hasretlik diz boyu nasıl diyeyim gideceğim. Vücudum kalk git diyor aklım de gett otur aşağıya. Yapacak bişi yok vakit dar, daha dayımlara uğramam lazımdı sözde onun için gitmiştim.
Neyse çıktık sahile çay içmeye gitmeye... Yav bir araba kullanıyor maşallah sanarsın Xavi Alonso. Müzikler kallavi tam kopmalık ama abi vakit yok. Aradım dedim otobüs şirketine daha geç saatte otobüsünüz yok mu, ne yazık yok dediler... Ya şu zamanı biraz durdursak? Yarın ki mesaiyi ertelesem felan olmaz mıydı ki? Offf neyse oturduk, hava güneşli, sahil süper, başladık sohbet etmeye arada bir saate bakıyorum, telefonlarım hiç susmuyor. Ha bire arıyorlar dayınlar seni bekliyormuş, nerde kaldın, neden gelmiyorsun.
Yahu geleceğim de daha yeni oturduk iki kelime edeceğiz... Hani dayım yeni ameliyat olmasa ben bulamadım diyeceğim atacağım bi yalan gidecek ama o da olmuyor.
Her neyse sanki hiç ayrılmayacakmış gibi arabayla dayımın evinin önüne geldik. Sözde daha foto çekilecektik... ( Veda etmek gelmedi içimden. Kal desem de olmayacak... Bir ara boş bulunup benim işim yarım saat sürer geri dönüp beni alabilir misin diye laf çıktı ağzımdan. Valla işim görülsün diye değil bir kez daha görebilmek için sadece. Durdu, tedirginleşti, o da istiyordu ama geriye dönüp aynı yeri bulması oldukça güçtü. İyi tamam o zaman dedik, sonra tekrar sarıldık, indim arabadan ama aklım arabada telefon habire çalıyor nerdesin.
Ya geliyorum tamam... İşte böyle... Gerisini de kendi anlatsın bakalım... Kendisine ve misafirperverliğine çok teşekkür ediyorum. İşi gücü rast gitsin...
01 Mayıs 2011
Patozaf
24 Nisan 2011 tarihindeki dev buluşmanın yansımaları.
Günlerden pazar, annemi hastaneden çıkardım sağ salim dualarla ayrıldım. Aslında Burdur’dan da gidebilirdim ama yolumu 2 saat uzatmak bana pek bişi kaybettirmese gerekti. Görmem gereken biri vardı. Aslında internet ortamında tanışıp sanki yıllardır görüşen iki insanmış gibi birbirine bağlı arkadaşın görüşmesiydi bu. Çok arzuluyordum. Neyse aradım beni terminalde bekleyecekti. 21 nolu perondayım dedim. Sonra park yerinin arka tarafta olduğunu söyledi onu bekletmemek için arka tarafa dolaştım ama o 21 nolu perona gelmişti bile. Geri perona döndüm. Heyecan doruktaydı. Nerde, nerde... Acaba hangisi, derken 21 nolu perona doğru yaklaştım. Aşağı yukarı 165–170 cm boylarında Agatha Kristi görünüşlü, asil ve dik duruşlu, sarı-kızıl saçlı, siyah ciyan ferro gözlüklü bir bayan duruyordu ilerde.
Karşıya bakıyordu yaklaştım ya o değilse...
Dedim hafif gülümseyeyim bakalım belki odur. Derken karşımda gülümseyen birini gördüm. Bu gülümsemeleri takiben sarıldık. İlk lafı şu oldu. “Dağ Dağa Kavuşmaz, İnsan İnsana Kavuşurmuş" ya inanamıyordum. Sanki beraber yıllarımızı geçirmişiz de tekrar buluşmuşuz gibiydi. Dışarı çıktık.
—Dedim ki bi çimdik atsana bana?
Afalladı ama kırmamak için attı bir çimdik.
Dedim
—Bu gerçek mi yaaa.
—Evet, gerçek dedi, gülümsüyordu.
İlerde bir Toyota gördüm besbelli onundu. Bindik arabaya hemen kemerini taktı... E bize de takmak yakışır Zafer hocaaa dedim. Yanındaki misafirlerle merhabalaştım. Hemen bi yemek yiyelim dedi. Tamam dedim çünkü vaktim sınırlıydı. Vakit sanki şelale olmuş gidiyordu. Nezih bir lokantaya gittik, misafirleri önceden ayarlanmış gibiydi yedikleri fix menü vardı. Ben ne yesem diye düşündüm kebaplar diyarından geliyordum. Hem kibar olmalıydım. Çatal, bıçak, bilmem ne... Ya aslında pek sevmem öyle alengirli işleri ama karşımda koskocaman Patroniçe Paraf var karizmayı sağlam tutmak lazımdı. Derken uzun bir tahtanın üstünde Konya Mevlana usulü pidem geldi. Offf ne güzel görünüyordu. İşte çatal matal derken baktım bana seslendi.
—Ya ne çatal matal uğraşıyorsun alıversene eline yabancı mı var... Ohhh hay ağzından bal damlasın rahatlayıverdim.
Neyse yemek faslı bitti bahçeye çıkıp kahve içmeye başladık, sohbetin biri bin para falanca ne yazmıştı, filancayı tanıyor musun? Etraf ile ilgili merak ettiğim her şeyi sormaya başladım. Kendimi muhabir gibi hissetmiştim bir ara. Neyse dedim ya vakit şelale gibi akıyordu. Benim acilen Konyaaltı’na gitmem gerekti ama şimdi gelmiş oturmuşuz hasretlik diz boyu nasıl diyeyim gideceğim. Vücudum kalk git diyor aklım de gett otur aşağıya. Yapacak bişi yok vakit dar, daha dayımlara uğramam lazımdı sözde onun için gitmiştim.
Neyse çıktık sahile çay içmeye gitmeye... Yav bir araba kullanıyor maşallah sanarsın Xavi Alonso. Müzikler kallavi tam kopmalık ama abi vakit yok. Aradım dedim otobüs şirketine daha geç saatte otobüsünüz yok mu, ne yazık yok dediler... Ya şu zamanı biraz durdursak? Yarın ki mesaiyi ertelesem felan olmaz mıydı ki? Offf neyse oturduk, hava güneşli, sahil süper, başladık sohbet etmeye arada bir saate bakıyorum, telefonlarım hiç susmuyor. Ha bire arıyorlar dayınlar seni bekliyormuş, nerde kaldın, neden gelmiyorsun.
Yahu geleceğim de daha yeni oturduk iki kelime edeceğiz... Hani dayım yeni ameliyat olmasa ben bulamadım diyeceğim atacağım bi yalan gidecek ama o da olmuyor.
Her neyse sanki hiç ayrılmayacakmış gibi arabayla dayımın evinin önüne geldik. Sözde daha foto çekilecektik... ( Veda etmek gelmedi içimden. Kal desem de olmayacak... Bir ara boş bulunup benim işim yarım saat sürer geri dönüp beni alabilir misin diye laf çıktı ağzımdan. Valla işim görülsün diye değil bir kez daha görebilmek için sadece. Durdu, tedirginleşti, o da istiyordu ama geriye dönüp aynı yeri bulması oldukça güçtü. İyi tamam o zaman dedik, sonra tekrar sarıldık, indim arabadan ama aklım arabada telefon habire çalıyor nerdesin.
Ya geliyorum tamam... İşte böyle... Gerisini de kendi anlatsın bakalım... Kendisine ve misafirperverliğine çok teşekkür ediyorum. İşi gücü rast gitsin...
01 Mayıs 2011
Patozaf
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yapmak ve siteye üye olmak isteyenler, Gmail hesabı ile siteye üye olabilir, Sitede yorum bölümünde, “yorumlama biçimi” yazan butondan “Google hesabı” yazanı seçerek yorumunuzu yazabilirsiniz.
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.