30 Nisan 2011 Cumartesi

Baskı Yapmadan Çocuklara Nasıl Söz Geçirebiliriz?


İsteğinizi açık, net ve kısa cümlelerle belli edin. Bir anne pijamalarını giymeden, günlük elbisesiyle yatağına uzanan çocuğundan yakınıyordu:
“Hep böyle yapıyorsun. Elbisenle yatağa uzanmaktan zevk mi alıyorsun? Böyle nasıl rahat ediyorsun? Pijamalarını giymek bu kadar zor mu?”

Bu yakınmalarda annenin ne istediği açık değil. Anne, isteğini açık ve net bir cümle ile
“Lütfen o yataktan kalk, pijamalarını giy!” demeliydi.
Çocuğun isteği ile kendi isteğinizi birleştirin.
Çoğu anneler kendi isteği ile çocuğun isteği arasında ilgi kurmak ve işbirliği yapmak yerine negatif bir dil kullanarak tehdit yolunu seçerler:
“Ödevini bitirmeden dışarı çıkamazsın!” “Yemeğini bitirmeden tatlı yiyemezsin!” “Oyuncaklarını toplamazsan çizgi film izleyemezsin!” Anne babalar, yukarıdaki tehdit ve şart cümlelerini kullanmadan kendi isteklerini çocuğun istekleri ile birleştirip anlaşma ve işbirliği yolunu seçebilirler. “Ödevini bitirdikten sonra sokağa çıkabilirsin.” “Yemeğini bitirdikten sonra tatlını yiyebilirsin.” “Oyuncaklarını topladıktan sonra çizgi film izleyebilirsin.” İsteğinizi dayatma yerine seçenekler sunun.
Çocuklar (yaşı ne olursa olsun) dayatmalardan, emirlerden ve yasaklardan hoşlanmazlar. Özgüveni yerinde, sorumluluk almaktan korkmayan, bağımsız çocuklar yetiştirmek isteyen anne babalar isteklerini dayatarak ifade etmek yerine seçenek sunmayı tercih ederler. Seçenek sunulan çocuk, seçme hakkını kullandığı için, zamanla doğru kararlar alma becerisi ve öz disiplin kazanacaktır.
“Oyuncaklarını toplamadan kahvaltıya gelme!” yerine “Oyuncaklarını kahvaltıdan önce mi yoksa sonra mı toplamak istersin?”
“Ödevini yemekten önce bitirmelisin!” yerine “Ödevini şimdi mi yemekten sonra mı yapmak istersin?”
“Bu sabah kahvaltıda süt içeceksin!” yerine “Bu sabah kahvaltıda süt mü meyve suyu mu içmek istersin?”
“Dışarı çıkarken kazağını giy!” yerine; “Dışarı çıkarken kazağını giymek mi yoksa eline almak mı istersin?”
“Banyo zamanı, haydi banyoya!” yerine “Banyo yaparken şampuanını mı, yoksa güzel kokan sabununu mu kullanmak istersin?”
“Uyku zamanı, haydi yatağa!”yerine “Uyurken yanında beyaz ayınla mı, tavşanınla mı birlikte olmak istersin?”
Çocuk seçmeyi kabul etmezse
Çocuk sizin sunduğunuz seçenekleri kabul etmekte isteksiz davranabilir ya da kendisi başka bir istekte bulunabilir. Seçenekler konusunda karar veremez de nazlanırsa; “Seçimini kendin yapacak mısın, yoksa senin yerine ben seçeyim mi?” diye sorabilirsiniz. Eğer seçmekte isteksiz davranmaya devam ederse; “Anlaşılan senin yerine benim seçmemi istiyorsun” der seçiminizi yapar, ondan da uymasını istersiniz. Bazen çocuğunuz sunduğunuz seçenekleri beğenmez, kendi seçeneğini yapmak isteyebilir. Eğer kendi seçeneği sizin onaylamayacağınız bir seçenek ise; “Ama seçenekler arasında bu yok” der; sunduğunuz seçenekleri tekrarlar, birini seçmesini söylersiniz.
Oyun oynayan çocuğa söz dinletmek zordur. Oyun, çocuk için sıradan bir oyalanma değil, onun en ciddi işidir. Ondan ciddi işini bırakıp sizin isteğinizi yerine getirmesini bekleyemezsiniz.
Çocuğunuz yeni bir arkadaşla oyuna dalmışken ondan sizin için bir şey yapmasını istemeyin; bir şey isteyeceğiniz zaman mutlaka süre verin. Bu süre oyunun tahmini bitiş süresi olsun. Eğer süreyi ayarlamakta zorlanırsanız, çocuğunuza oyunun ne zaman biteceğini sorun.
Annesi örgü örerken, 4 yaşındaki oğlu da çocuk parkında arkadaşlarıyla oynuyordu. Anne saatine baktı.
“Oğlum yeterince oynadı; beş dakika sonra evimize gidebiliriz” diye düşündü.
Çocuğuna seslendi:
“Ali, beş dakika sonra gidiyoruz!” İki dakika sonra tekrar seslendi: “Ali, üç dakika kaldı!”
Çocuk, oyuna devam ederken: “Tamam anne!” dedi. Bir dakika kala anne son hatırlatmasını yaptı ve iki seçenek sundu:
“Aliciğim, son bir dakika! Son kere kaydırak mı istersin, salıncak mı?”
Çocuk:
“Kaydırak!” dedi ve kaydırağa koştu.
Kaydıraktan sonra anne “Gitme zamanı,” dedi. “Arabamıza koşarak mı gidelim zıplayarak mı?”
Çocuk, “Zıplayarak!” dedi.
Zıplayarak arabalarına doğru gittiler.
Sözleriniz Önyargılı ve suçlayıcı olmasın
Anne babalar genellikle çocuklarına soru sorarken suçlayıcı bir dil kullanır; kendi önyargılarını yansıtırlar.
İşte size yabancı gelmeyen bazı sorular:
“Bu kaçıncı söz verişin?”
“Neden böyle davranıyorsun?”
“Çalışmaya ne zaman başlamayı düşünüyorsun?”
“Neden beni dinlemiyorsun?”
Bu tür sorular çocuğun doğru düşünme ve problem çözme yeteneğine bir katkı sağlamaz. Aksine çocuğun savunma geliştirmesine ve duygularını sizden gizlemesine yol açar.
Eğer soru sorarken amacınız çocuğunuza doğru düşünmesini sağlamak ve problemi kendisinin çözmesine yardımcı olmaksa; o konu veya o olay hakkında kendi Önyargınızı bir tarafa bırakmanız gerekir.
Lise ikinci sınıfa giden bir genç kız arkadaşıyla cep telefonuyla ertesi günkü sınav hakkında görüşürken telefonun şarjı biter. Görüşmeye devam edebilmek için annesinin cep telefonunu alır.
Annesi komşuda olduğu için izin alma imkânı bulamaz. Kendi sim kartını annesinin kartı ile değiştirir; konuşmasına devam eder.
Anne, komşudan dönüp cep telefonunu koyduğu yerde göremeyince kızına sormak için odasına girer.
Telefonu kızının elinde, bir arkadaşıyla konuşurken görür. Sizce anne kızına ne söylemiş, nasıl davranmış olabilir? İki tahmin yapalım.
Diyalog–1
Telefonunu kızın elinde, konuşurken gören anne çok kızar:
“O kullandığın telefon kimin, küçük hanım?” Genç kız, arkadaşı annesinin sesini duymasın diye eliyle telefonun ahizesini kapatır.
“Anne şu anda arkadaşımla görüşüyorum, lütfen.”
“Konuştuğun benim telefonum! İzinsiz nasıl alırsın?”
“Anne, lütfen odamdan çıkar mısın? Konuşmam bitince görüşelim.”
Bu tür yaklaşımın kavga ile veya en hafifinden çatışma ile biteceğini tahmin etmek zor değil…
Diyalog–2
Telefonunu kızının elinde konuşurken görünce:
“Özür dilerim kızım, telefonla konuştuğunu bilmiyordum…” der ve odadan çıkar.
Genç kız annesine gülümser ve konuşmasına devam eder. Konuşması bitince odasından çıkar, annesinin yanına gelir. Açıklama yapma gereği duyar:
“Anneciğim sen komşudayken arkadaşım aradı. Konuşma sırasında telefonumun şarjı bitti. Devam edebilmek için senin telefonunu almak zorunda kaldım, özür dilerim; ama kendi sim kartımı kullandım.”
Acaba kaç anne böyle bir durumda önyargısız ve suçlayıcı bir dil kullanmadan, ikinci diyalog yolunu seçer?
Kuralsız ailede sorumluluk bilinci gelişmez. Bir kurumu ayakta tutan ve diğerlerine göre üstünlük sağlayan etkili ve işleyen kurallardır. Aile sosyal bir kurumdur. Her kurum gibi ailenin de üyeler arası iş birliğini ve sorumluluk paylaşımını düzenleyen kuralları olmalıdır. Bu kurallar çocuklar açısından ne kadar az, basit ve anlaşılması kolay ise; akılda kalması ve uygulaması da o kadar kolay olur.
Olay anında kural koymamız bir işe yaramaz. Anne babayı o an için “kötü adam” pozisyonuna düşürür, çocuğu itiraza ve karşı koymaya itebilir. Kuralları aile toplantısında karşılıklı tartışarak önceden koymamız gerekir. Koyduğumuz kural herkes tarafından anlaşılır olmalı; yoruma açık olmamalı. Özellikle çocuklar için geçerli olan şöyle bir kural koyduğumuzu düşünelim: “Isırmak, saç çekmek, itmek yok. Yumruk, şamar ve tekme atmak yasak.” Cin fikirli bir çocuk kardeşine çelme taktıktan sonra “Ama kuralda bu yok!” diye kendini savunabilir. Kuralı şu şekilde basitleştirebiliriz:
“Birbirinizin canını acıtmak yok.”
Kural koymamız işlerin yolunda gitmesini garantilemez. Önemli olan kuralın geçerli olması, yani günlük hayatta uygulanmasıdır. Kuralın geçerliliğini sağlamanın en mantıklı yolu, kural çiğnendiğinde, kuralı çiğneyen bir sonuçla karşılaşmalı, yani bir bedel ödemelidir. Çocuklara bir kuralı çiğnediğinde karşılaşacağı sonucu günlük hayattan örnekler vererek açıklamalıyız. Yoksa çocuk Sonuçla cezayı birbirine karıştırabilir. Yaratılış kanunlarına uygun hareket etmediğimiz zaman kötü bir sonuçla karşılaşır, çoğu kez hoşumuza gitmeyen bir bedel öderiz. Soğuk bir havada, ceketini ve paltosunu giymeden, gömlekle dışarı çıkan bir çocuk üşüyerek ve belki de hastalanarak bu hatalı ve ihmalkâr davranışının bedelini öder. Yaratılış kanununa göre, soğuk bir havada gömlekle dışarı çıkmanın sonucu üşümektir.
Çocuğa açıklama yaparken şöyle bir soru ile başlayabiliriz:
— Ocaktan yeni inmiş sıcak yemek yenir mi?
— Yenmez.
— Sabırsız biri ocaktan yeni inmiş yemeği yese ne olur?
— Ağzı yanar.
— O zaman şöyle bir kural yazabiliriz değil mi: Ocaktan yeni inmiş sıcak yemek yenmez.
— Evet.
— Sıcak yemek yiyen nasıl bir sonuçla karşılaşır? Yani sıcak yemek yemenin sonucu nedir?
— Ağzı yanar.
Çocuğa kural çiğnemenin bir sonucu olduğu, bunun ceza anlamına gelmediği açıklandıktan sonra sıra kuralları ve sonuçlarını belirlemeye gelecektir. Kurallar ve sonuçları aile toplantısında, herkesin görüşü alınarak tespit edilmelidir. Bunu sağlamanın en kolay yolu, her seferinde karar verilen kuralı ve çiğnenmesi halinde doğacak sonucu yazılı hale getirmektir. Böylece sonucu uygulayan anne baba kanun uygulayıcı yargıç gibi davranmış olmaktan ve cezacı pozisyonuna düşmekten kurtulmuş olacaktır.
“Birbirinizin canını acıtmak yok” kuralının sonucu “Canını acıttığı kişiden özür dileyecek. Onun yapmasını istediği bir işi yapacak” olsun. Bu kuralın yeni konduğu bir ailede kendisinden üç yaş büyük ablasının kolunu ısırarak kuralı çiğneyen bir çocuğa ablası, “özrünü kabul ediyorum; ama ben de senin kolunu ısıracağım” demiş; bütün ev halkı buna gülmüştü. Bu kural için konan sonucun açık olmadığını fark eden anne sonucu şu şekilde düzeltmişti: “Kuralı çiğneyen odasına gidip 10 dakika kalacak, yaptığı davranışının iyi olmadığını düşünecek, dışarı çıkıp canını acıttığı kişiden özür dileyecek.” Bu anekdottan anlaşılacağı gibi, bazen kuralı veya sonucunu güncellemek (revize etmek) gerekebilir.
Ödevler akşam yemeğinden önce bitirilmiş olacak. Bu kuralı bozan yemekten sonra oyun oynamayacak/televizyon izlemeyecek.”
Yazılı hale getirilen kurallar ve sonuçları herkesin göreceği bir yere, örneğin buzdolabının kapağına, aşılmalı. Böylece kuralı unutma veya sonucunu hatırlamama gibi mazeretlerin önü alınmış olur.
Ali Çankırılı
Tabii bütün bunlar işe yaramıyorsa çocuğa şu soruyu sormanız kaçınılmaz olacaktır. Yavrum kapının arkasındaki terliği mi tercih edersin mutfaktaki oklavayı mı getireyim? Çocuk her iki seçimi de kabul etmezse sonraki adım şu olacaktır. O zaman sen biraz beşkardeşler ile oyna bakalım ama önce kurma koluyla kulakları burkaraktan motoru bir çalıştıralım sonra sen ısınma turlarına devam edersin.
Bu da Zafzaf taktiği hiç şaşmaz denemenizi şiddetle tavsiye ederim.

30 Nisan 2011
Zaflar zafı

Patozaf

2 yorum:

  1. Avlu Genişliği

    Sizin evleriniz var, büyük.
    Sıkıntı diye soyunduğunuz dünya, eşiklerde.
    Çocuğunuz odalarda bir gün kapalı kalmadı.
    Habersiz girmedi kapınızdan kimse.
    o masal hâlâ uyumanız için.
    Gittiğiniz hiçbir toplantı suç sayılmadı.
    Başkası için itiraz etmediniz kimseye.

    Üniforma son sözünüz, içinizden giydiğiniz.
    Emekten, yalnız kendinizi anladınız.
    Susup kaldığınız olmadı hiç.
    Arkanızı döndüğünüz, yoktu.
    Bir coğrafya bilgisiydi ülkeniz, sıkıcı mı sıkıcı.
    Birinci erdeminiz görmemekse, ikincisi unutmaktı.
    Ara sokaklara gitmediniz hiç.
    Anneniz ne karakol, ne hapishane bilir.
    Bir kadını topuklarından öpmediniz bir kez.

    Akşam kötü bir duygu, bir türlü çözemediğiniz.
    Kimsenin yalnızlığı düşmedi eşiğinize.
    En büyük dil sizin konuştuğunuzdu.
    Babanızı bir gün üzmediniz.
    Gülmüyordunuz, küçümseme düğün ediyordu.
    Turnalar uçmadı sesinizde bir kanat.
    Utanan biz olduk uzaklığınızdan.

    Bir kara leke halk, her adımda üstünüze sıçrayan.
    Gençlik, büyüyen tehlike siz yaşlandıkça.
    Sayılar ve sayılardı en büyük okumanız.
    Sevinciniz öyle tenha ki üç kişi olamıyor.
    Bir namludan içeriye bakmadınız hiç.
    Hep bir şenlikti çarşılardan dönüşünüz.

    Vurulmuş kimse yok aile fotoğrafınızda.
    Biz çoktuk ama çıkan sizin sesinizdi.
    Ve biz sizden bir avlu genişliği bekledik...

    Size kim, neyi, nasıl
    Aynı dilde mi kederlendik sahi
    Aynı yüzyıl mıydı şu yaşadığımız...

    Şükrü Erbaş

    YanıtlaSil
  2. Çocuklarınızla Konuşun

    Bir gün susmayı öğrendim. Öyle bir sustum ki belki sonsuza kadar susacaktım. Çünkü susmak benim küçücük dünyamda babamla kurduğum iletişim tarzıydı. Babam akşamları eve yorgun dönerdi.
    Ben bütün gün evde sıkılır, onun gelişini iple çekerdim. Daha o kapıdan girer girmez boynuna atılır onunla oynamak isterdim. Babam sarılır, öper sonra da, hadi odana git, derdi. Yemek hazırlanınca annem çağırır bu defa masada bir araya gelirdik babamla. Onlar annemle konuşurken ben araya girer, sesimi duyuramayınca da bağırırdım. Babam sinirlenir, 'Bütün gün insanlara kafa patlatmaktan bunaldım, birde sen kafamı ütüleme!' derdi. Annem de 'Bütün gün zaten seninle uğraştım, bir çift laf da mı konuşturtmayacaksı n babanla?' diye çıkışır, beni odama gönderirdi.

    Çaresiz bir şekilde boynumu büker odama yani hapishaneme doğru yol alırdım. Babam arkamdan, 'Bizim bir odamız bile yoktu, her şeye sahip, hâlâ ne istiyor anlamadım.' diye bağırmaya devam ederdi. 'Keşke benim de bir odam olmasaydı, keşke bizim de evimiz bir odalı olsaydı da hep birlikte otursaydık' derdim içimden; ama yüksek sesle söylemeye cesaret edemezdim.

    Yemekten sonra babam kanepeye uzanır, eline kumandayı alır, televizyon seyrederdi. Beni yanına çağırır biraz severdi. Onun izleyeceği önemli birşey varsa beni adeta yerimden bile kıpırdatmazdı. Azıcık hareket edip koşup oynamaya çalışsam oda hapsim yeniden başlardı. Bir gün anladım
    ki susunca babamla daha iyi anlaşıyoruz. Bu defa susarak yapabileceğim oyunlar geliştirmeye başladım.

    Önce resim yaparak başladım işe. Babam çizdiğim resimleri çok beğeniyor; 'Bak, böyle uslu uslu oyna işte.' diyordu. Babam bazen göz ucuyla bakıyor, resimle ilgili bir şey sorsam afallıyordu. Ama bana kızarak beni artık odama göndermiyordu. 'Son günlerde ne de akıllandı benim oğlum.' diye komşulara anlatıyordu annem halimi.

    Resimlerim arttıkça ortalık dağılmaya başladı. Annem 'Odanı topla!'diye odama kapattığında işe nereden başlayacağımı bilemiyordum. Ben bunlarla uğraşırken zaman geçiyor; ama odamı toparlamayı beceremiyordum .

    Annem odama gelip 'Bak sana resim yapmayı yasaklayacağım. ' dedi bir gün. Susuyor olmamı usluluk olarak değerlendiren ailem resim yapmayı da elimden
    alırsa ben ne yapacaktım?

    Bu düşüncelerle bir aile tablosu yaptım. Babam eve gelince uygun zamanı kolladım. Her zamanki gibi yemekler yendi, odaya geçildi. Babam oturur oturmaz çizdiğim resmi getirdim. Babam baktı. Hım, dedi 'Çok güzel olmuş. Bu adam benim herhalde.' dedi. Ben 'Hayır o adam değil, bu çocuk sensin.'dedim. O 'Hayır, bu adam benim, bu çocuk sensin, bu küçük kız da arkadaşın.'dedi. Ben yine 'Hayır, o büyük adam benim, bu küçük adam sensin, bu küçük kız da annem.' dedim. Babam benimle uğraşmaktan vazgeçip: 'Peki neden bizi küçük çizdin?' dedi. Heyecanla başladım anlatmaya. Ben büyüyüp adam olacağım. İş bulup çalışacağım. Siz yaşlanıp küçüleceksiniz. Beliniz ükülecek, komşumuz Ahmet amca ile Ayşe teyze gibi küçücük kalacaksınız. Ben işten geldiğimde yorgun olacağım.

    Siz benimle konuşmaya çalıştığınızda işyerinde kafam şişmiş olacağından sizi duymayacağım bile. Siz benimle bir şeyler paylaşmak istediğinizde 'Hadi odanıza çekilin de kafa dinleyeyim.' diyeceğim. Ve bir de bağıracağım 'Her şeylerini alıyorum. Sıcacık odaları da var, daha ne istiyorlar' diye.

    Annemle babamın gözleri fal taşı gibi açılmıştı.
    Duyduklarına inanamıyorlardı .. Bana sarılıp beni öyle içten bir okşayışları vardı ki sonsuza kadar konuşsam hiç bıkmadan dinleyecekler gibiydi.

    Farkında' Olmalı İnsan...

    Kendisinin, Hayatın Olayların,
    Gidişatın Farkında Olmalı.

    Ömür Dediğin Üç Gündür, Dün Geldi Geçti Yarın
    Meçhuldür, O Halde Ömür Dediğin Bir Gündür, O Da Bugündür.

    YanıtlaSil

Yorum yapmak ve siteye üye olmak isteyenler, Gmail hesabı ile siteye üye olabilir, Sitede yorum bölümünde, “yorumlama biçimi” yazan butondan “Google hesabı” yazanı seçerek yorumunuzu yazabilirsiniz.

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.