21 Aralık 2010 Salı

Olgunluk ve Yaşlılık


Toplumlarda olgunluk, yaşlanmayla kazanılan tecrübelerle kazanılan deneme yanılmayla sağlanan keskin bir olgu olarak algılanır. Yaşlı insanlar, genç insanların yaşadıklarını yaşamışlardır ama genç insanlar yaşlı insanların yaşadıklarını henüz yaşamamışlardır. Genel inanış budur.


Peki, ben bir çocuğun, bir yaşlıdan daha olgun olmaya daha yakın olabileceğini iddia edersem ne dersiniz? Olgun olmanın yaşlılıkla bağlantılı olmadığını söylesem? Bunu biraz açalım: Zaman, sana yaşlılığı verir. Farkındalık ise sana olgunluğu verir. Çocuk, saftır ve farkındalığı hayatına geçirmeyi bir yaşlıdan daha iyi becerebilir. Yaşlı için binlerce kez tekrar eden kemikleşmiş ve kırılması zor alışkanlıklar vardır. Çocukta ise bunlar henüz kıkırdak aşamasındadır. Kolayca eğilip bükülebilir. O nedenle bir çocuk, farkındalığı çok daha kolay öğrenebilir ve hayatının merkezine bu farkındalığı oturtabilir.

Uyuyan biri için sekiz saat hiçbir değer ifade etmez. Farkında olan biri için bir salise çok kıymetlidir. Farkında olan kişi, o bir salisenin bir daha geri gelmeyeceğini bilir ve onu en iyi şekilde kullanmak ister. Dikkati, Afrika’nın uçsuz bucaksız otlaklarında, bir ormanda aslanla karşı karşıya gelen bir antilopun dikkati kadar hayatidir, keskindir. Kulakları keskindir gözleri bakmaz, görür. Bütün algıları sonuna kadar açıktır. Senin duyamadığın duyar. Bu onu zamanla hassaslaştırır, duyarlı ve zeki biri yapar. Olaylara çok farklı açılardan bakmak gibi, çok farklı çözümler getirmek gibi becerilerle donanır. Böyle birini asla kandıramazsınız. Böyle birine yalan söyleyemezsiniz. Böyle birine siz bir şeyler anlatmazsanız bile o anlar. Böyle biri, sessizdir. Her an dikkatlidir. Hayatla birlikte akar. Alışkanlıkları yoktur. Hayalperest değildir. Gerçekçidir. Geçmişte yaşamaz, gelecekle işi olmaz.



Bir an milyoner iken, diğer anda her şeyini kaybetmiş olması onu sarsmaz. Tersi de mümkündür. Bir dilenci iken bir anda piyangoyla paraya boğulduğunda bu değişim sadece dışarıda olur. Onun hazineleri bu metalar değildir. Hazineleri içeridedir ve bunları fark etmiştir. Bir kez fark ettiğinde yaşam pınarları coşkuyla akar, iç âlemindeki gökyüzü masmavidir. Gülümseme, onun her anında hakiki olarak mevcuttur. Hakiki gülümsemeyi özlediyseniz, çocukları izleyin. Bir de yaşlı birilerinin gülümsemelerini izleyin. Hayat, onların yüzlerine adeta Zorro’nun kılıcıyla derin çizikler atmıştır. Aslında çizikleri atan hayat değildir. Bizzat kendileridir. Eğer bir çocuk farkındalıkla büyürse, bu anlatılan özelliklere sahip olur. Dini, dili, ırkı, coğrafyası hiçbir fonksiyona sahip değildir. Tek kriter; farkındalıktır.

Meditasyon ise insana huşu huzur verir. Dünyada yüklendiği fazlalıkları alır ve onu çırılçıplak yapayalnız bırakır. Esasında insan böyledir. Fakat bununla yüzleşmekten korktuğu için kalabalıkların ekseninde döner durur. Meditasyon, seni bu kalabalıklardan alır ve seni yabancı kaldığın kendi yuvanla tanıştırır. Seni korkutan, içini titreten yapayalnız olduğun gerçeğine farklı açılardan bakman için bazı saklı donanımlarını öne çıkarır. Sen bu donanımlarla geldiğin halde, bunlardan bihaber yaşadın. Yıllarca…
Derin bir huşu içinde ve pür dikkatle, tüm duyuların sonuna kadar açık bir şekilde gerçekleştirdiğin HER EYLEM güzeldir. Güzel olmak zorundadır. Sana hayatın çekilmez bir zindan olduğunu söyleyenler etrafındaki ölülerdir. O kadar derin bir uykudalar ki, ölüden hiçbir farkları yok. Etrafın bu tip insanlarla çevrili iken ve sen tutunacak dallar olarak iç âlemini değil de çevreni seçmişsen, bu dünyada mutlu bir birey olmana imkân yok.

Ne yaparsan yap, yanlış olur. Güzelim hayat, sana dar bir zindan oluverir. İçten içe, yavaş yavaş, karamsarlık tüm aydınlığını ele geçirir. Işığını kaybedersin. Diğer ışığını kaybedenlerden medet umarsın ama nafile! Onlarda da ışık yoktur. Sana yardım edemezler. Duyarlılığın yok olur. Zevklere karşı bile yavaş yavaş bağışıklık kazanırsın. Bağışıklık, mikroplara karşı kazanılır. Yapay zevkler de mikroplar gibidir. Sonra donup kalırsın. Hayat tüm coşkusuyla devam ederken sen dışarıdan izlersin. Hem de aval aval! Karanlığın içine öyle bir dalarsın ki, dışarıdaki hayatın ışığı coşkusu seni korkutur. Bu kez başka bir yalnızlığa itilirsin. Ama özünle hiç bir irtibatın olmadan. Ne geride ışık vardır, ne ileride. Tek bir adım bile önünü göremezsin.

Kalabalıklara sığındın ve onlardan ışık istedin. Onlarda ışık yoktu ve sen boynun bükük gerisin geri döndün. Tutunacak bir dalın kalmadı. Öyle sandın. Her zaman tutunacak bir dalın var. İçeride. Evet, şimdi karanlık görünüyor. Hiç bir şey seçilmiyor. Sen sıkılıyorsun. Tekrar dışarı yöneliyorsun. İçeride onu aramaya devam et. Onu bulacağın mutlaktır. Ama bunun zamanı senin çabana bağlı. Onlarca yıl da alabilir, bir kaç gün de… Bu, tamamen sana bağlı… Farkındalığı hayatına getirmeye çalış. Kaybedilen her salise kaybolan bir yaşamın parçasıdır.

Pozitif Adam

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorum yapmak ve siteye üye olmak isteyenler, Gmail hesabı ile siteye üye olabilir, Sitede yorum bölümünde, “yorumlama biçimi” yazan butondan “Google hesabı” yazanı seçerek yorumunuzu yazabilirsiniz.

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.