29 Aralık 2010 Çarşamba

Kırık Kulplar


İnsanım, kulpu kırık hayatlardan, kulpu kırık dünyalardan ve gönüllerden biri. Aynı sizler gibi. Kalbimin kırık yerindeki delikten sevgim akıyor, satır satır kaybediyorum hayatı. Hayaller, istekler içinde boğuşurken kendimizi unutuyoruz. Kalbimizin kulpu kopuyor, hayatımız akıyor. Biz de ağlanacak halimize gülüyoruz. Yüzünüze bir kapı kapandığında da güldünüz mü böyle? Ya da işi deliliğe mi vurdunuz? Ben yolumu kaybettim ne gülebiliyor, ne de ağlayabiliyorum.



Yıllar önce başlayan hikâyelerimiz var hepimizin. Anlatmaya korktuğumuz, yazmaya kalem bulamadığımız hikâyeler. Ben de anlatamadım ama en sonunda kalemi buldum. Belki uzun belki acıklı belki de sevgiye aç, bir hikâye. Hani şu delikten akan sevgimiz var ya, işte o sevgiye. Geçen gün o kırık yere biraz yama yaptım bu gün düştü. Bir tıpa buldum tıkadım, bu sefer de sızdırdı. Hayat ve sevgim korkup ağlamaya başladı. Akmaktan değil de, fark edilmeyip ezilmekten korkmuş bir halleri vardı. Neyse ki hepimizin avuçları var değil mi? Tuttum avucumda taşıdım, ısıttım onları. Aksa da, düşse de hayat benim, bizim. Hikâyelerimizin hepsi bu deliklerden kaybettiklerimizden ibaret. Bunların farkında olup da, elini uzatmayan varsa hemen kalksın yerinden. Hayat gerçekten değerli dostlar. Bu aslında daha uzun yazılması gereken ve yazılan bir konu. Ben sizlere bu kadarını anlatacağım çünkü sizlerinde buna bir şeyler katmanızı istiyorum. Kendi hayatlarınızdan, sevgilerinizden ve yitirip kazandıklarınızdan bahsedin. Kalbinizin kulpunu, kırmadan kapılarını açın hayata...
Kalbim acımış farkında olmadan, kulpunun kırık olduğunu unutmuşum, sevgiler akardı ya ondan. Neyse tamir etmeye çalıştım kendimce, sıvadım, tıkadım yine kanadı. Bir gün, bir gün durdu. Baktım ki yanımda küçücük, bana bakan bir kalp daha. Baktım ona öyle uzun uzun.” Onun da kırık mı acaba kulpu kanadı?” diye sordum, evirdim çevirdim yoktu, sapasağlam diye sevindim. Öyle bir kaç zaman onu da sevgimle beraber avucumda göğsümde sakladım, korudum. Gün geldi kötü bir gün. O küçücük kalbin kulpunu kırdı. Kendime kızdım, kızdım, kızdım. Bu sefer kendimi unuttum sadece onu sardım, korudum. Yıllar geçti her şey terk etti ama o küçük şey var ya, hala benimle. Ben ona sarıldım o da bana.

Hep hayata acımasız dedik, hain dedik, kötü dedik, beni yarı yolda bıraktı dedik. Biz hayata ne yaptık? İşte böyle ardımıza bakmadık, umursamadan kulplarımızı yollarda kaybettik, ne anılara ne de geleceğe sahip çıkmadık. Hayat bize küstü, biz suçluyduk her şeyi onun üstüne attık. Hayatın dili olsa söylerdi bana bunları. Ama önemli olan konuşmak değil ki, dokunmak, yaraları sarmak, sevmek, sevilmek. Kırık yerleri kaparken elinden tutmak, yanındaki küçüğe yoldaş olmak kırılsa da korumak. Ve hayatında bir ucunun kırık olduğunu anlamak. Hayat, bizim ta kendimiz; sen, ben, o...
Umudunu ve hayatını diri tutan, kendi yarasını sararken başkasını da saranlar. Geleceğe geçmişlerinizin ışığı vursun, arkanızda koca engeller bırakmayın. Her şeyin bittiği anda bile yeni bir başlangıç var, aldığınız tadı büyütün, aktarın. Hayatın üzerinde, sizden bir iz olsun. Hayat beni yendi; işte bunu demeye hakkınız yok. Burada kendinden bir pay bulanlara sesleniyorum;

"İki eliniz var, biri neden arkanızda boş duruyor?"
Yaralı gönüller var hepimizde belki, belki de hepimizde tek bir gönül. Terk edilmişliğin, kaybedişlerin tadını hepimiz gördük. Aynı tadların esiri müptelası olduk. Kendimizi geleni gideni akıttık çoğalttık. Doğduk doğurduk güldük güldürdük. Sonrasında en acı vereni ölümü gördük. Tüm bedenimiz benliğimiz yandı dumanını belki savurduk belki hapsettik. Kapattık kendimizi hayata dünyaya. Bu öyle kalamaz ya sonsuza kadar. Kapı çalınır bir gün bir misafir giriverir içeri. Allak bullak olursunuz belki. Sonra bırakırsınız kendinizi. Tabi, hayat acı bir kumar da olabilir, cennet de. Kayıp ve kazançların riskini almadan, cesur olmadan, yarın olmayacak biliriz. Geçmişten geleceğe geçme zamanı artık.

Hayat çoğalır hayat üretir tüketir biz büyürüz yolumuzdakilerle. Bazen sadece biz büyürüz onlar hep aynı kalır. Bazen de tam tersi. Âşık oluruz yüceliriz küçülürüz bazen bir şeylere oyuncak olur tüketiliriz bazen de kendimizi korur ama başkasını ezeriz. Bir elimizle hayat böyle işte. Ne delik tıkanır ne akanlar toplanır.
Sen ikinci elden korkma hayat. Senin yoksa bırak başkasının eli dokunsun sana hissetsin sevsin. Başkasının yüreği kulp olsun sana, kırık kuplar bir olsun. Bırak, hayat seninle mutlu olsun... Yetmedi mi artık akanlar?

Akan gözyaşlarına ağlayamayacak kadar büyüdük, zamanı boş geçiremeyecek kadar kaybettik. İsterdim ki hep kazanalım; dostları, sevgileri, sevgilileri, aşkları, dünyanın tüm şanslarını. Günleri boş boş harcarken sormadım kendime “ben nereye gidiyorum, nerede durmam gerekiyor?” diye. Belki hayata acele ediyordum, bazı yitirdiklerimi yeniden ve sadece kendime istiyordum. Koşarken pek çok insan bıraktım geride, yerinde ve yersiz bırakılışlar...

Şimdi işte böyle kırık kulpların derdine düştük hep beraber. Kimimiz kayıplarını, kimimiz mutluluklarını, kimimizde aşklarını andı, yandı. Eğer hayat geriye akabilseydi “DUR” diye hep beraber bağıralım derdim ama biliyorum ki hayat benle beraber büyümüş, belli ki yaşlanmış ta. Sıra bende, sizde şimdi. Uzat arkana sakladığın elini de tut hayatı kulpundan. Otur şöyle karşısına, söyle orta şekerli Türk kahvesini. Aldın mı hayatın kahvesinden bir yudum?

Bak anıların sırtına destek, geleceğine ışık oldu. Göremiyorsan daha dikkatli bak, gördün mü? Haydi, kulpuna destek, hayatına ışık geldi. Kayıplara değil, kazançlara gidişler şimdi. Yüreğin ısındı mı güneş değmiş gibi ya da aşık olmuş gibi? Çocuğuna bakar gibi sıcacık ve ıslak mı bakışların? Utanma insansın sen, ağla korkma. Mutlulukların çoğalıyor, yenisini üretiyor. Haydi, yaşa... Hem de doyasıya...
Kulplarla başlamıştık bu hikâyelere her şeyi fincanı tutabildiğimiz gibi tutabiliriz sandık. Belki de birilerinin bizi tutmasını sağlamak, hatta tutulmaktan kaçtık. Hepimizin isyanlarını, haykırışlarını barındırdı bu satırlar. Kendimizden sakladıklarımızı döktük buralara. Gerçek olarak tutamadıklarımızı burada yakalamak istedik. Belki bulduk, belki kırıldık, belki de kandırıldık. Yaralarımız kanadı yine, biz yine sardık. Kangren olmuş elimizi, ayağımızı bu satırlarda kestik ama yine de atmaya kıyamadık sakladık. Biz iflah olmaz, kırık kulplarız. Her kırılışta elimizde zamklar yapıştı, yapışacak.
Haydi, vazgeçelim bu sevdadan. Ne yapışıyor, ne de akan kan diniyor. Yeni bir pencere açılmış, şu karşıdaki mağazada yeni raflar varmış bizi alacak. Yeni hayat, yeni ev, belki de yeni kulplar. Eskiyi anlatmayan, kırılmayan, kanatmayan. Sıkıca tutan ve tutulan...

Hayatın hep acımasız yönü ezer bizleri, kanatır. Hanginize sorsam derin diyeceği bir yarası vardır. Benim de var, sizden farklı değilim bende. Nefes alıyorum, besleniyorum, hissediyorum. Zaman zaman coşkulara dalıp unutuyorum kederleri, zaman zaman da kederlerin ummanında boğuluyorum. Kalemi alırdım eskiden elime boğulurken, kelimelere tutunup diplerden çıkabilmek için. Hayatın götürdüklerinden çok getirdiklerini beklerdim kapıda, ama ya gidenler. Onlara şanına yakışır bir uğurlama töreni ile yapamamıştım, gelenler gözlerimi öyle büyülemişti ki o zaman. Gençliğin verdiği heyecandan, belki de, hayat okulunun 1.sınıfının büyülü sıralarındandı bu duyarsızlıklar. Zaman geçtikçe perdeler indi ve gerçekler yüzüme çarpmaya başladı. Neredeyse elimde hiçbir şey kalmamıştı gidenlerden sonra.

Zaman ne zamanı bilemiyor insan değil mi? Zaman kendine gelme zamanı dedim, kapıyı kapattım. Gelenlerin pencereden, bacadan geleceğini bile bile gidenlerin önünü kesmeye başladım. Son sınıfta öğrenirmiş her şey, nerden bilebilirdim bunları? Ölüm zamanı gelince insan daha bir heyecanlanırmış meğer sanki yeni doğmuş gibi. Gün doğumlarına değil de gün batımlarına hayranlık duydum. Gurupların bu kadar güzel olduğunu neden söylemedin bana? Yoksa bunca yıldır esirger miydim bundan gözlerimi? Hayatın bitimine yakın tadılan bu tad ölüme de mutlu götürür insanı, artık böyle düşünüyordum. Yılların bu tatla geçip gitmesini istedim, geç kaldığımı biliyordum ama mutluluk, huzur geç kalmaya bakmazmış meğer. Ben gidenlerin arasında onları da göndermişim aslında. Şimdi penceremde oturup onları bahçemde oynarken izliyorum. Gökkuşağının renkleri dolsun artık gözlerime ve geleceğime...

Mavi Sihir

2 yorum:

  1. Ne sahip olduğundur hayat, ne de umdukların bunca zaman.
    Yüreğin kadardır hayat.
    Seviliyorsan renkli, seviyorsan Siyah Beyaz...

    Can Yücel

    YanıtlaSil
  2. Doğmak ve ölmek kolaydı.
    Zor olan hayatın kendisiydi.

    Tom Robbins

    YanıtlaSil

Yorum yapmak ve siteye üye olmak isteyenler, Gmail hesabı ile siteye üye olabilir, Sitede yorum bölümünde, “yorumlama biçimi” yazan butondan “Google hesabı” yazanı seçerek yorumunuzu yazabilirsiniz.

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.