2 Ocak 2010 Cumartesi

Hükümran Senfoni – 9


Bir seçeneğim yoktu artık, gideceğim bir kentte...
Dramatik bir can çekişmesiydi aşklar. Yalnız kalmış iki bedenin suskunluğuydu, yüzümdeki ayrılık... Aya benzerdi yüzüm ve hep bi yanı karanlık... Göğe çeviremiyordum yüzümü, düşerdim bakarsam, başım dönerdi...


Sıkıldım hüzünbaz sevişmelerden yenilemeliydim kendimi aşka dair dindirmeliydim susuzluğumu, bu geçersiz bir orgazmdı.
Usul usul gecenin kucağında sallıyorum düşlerimi, ses çıkarmayın; uyuyor şimdi... Sonsuz susmalarınız neden dillenir bu gece? Konuşmayın, bakışlarınız da yeter canımı acıtmaya... Ben, engelli düşlerimi salarım yine kucaklarınıza, siz istediğiniz gibi hırpalarsınız yine... Uzun uzun susar, bir tek söz etmem. Susun artık sihirim bozuluyor iyiden iyiye... Sevda yeminim tövbe edildi mi bu gece? Nefesim sihirsiz mi artık?

Bir seçeneğim yoktu, gideceğim bir kentte...
Saçlarımı rüzgâr okşuyordu oysa yetim bir çocuk gibi ellerini bekliyordu saçlarım. Ağlasam da ayıptı, yaşlarım kurusun diye ne zılgıtlar ediyordum gözlerime... Geceleri yüreğimin dert bildiği hüzünler yuvasında çıkar, gecem hüzün bayramına dönüşürdü... Ne çok kanardım, ne çok ağlardım.

En çok bakışları geliyordu göz bebeklerime. Son bakışı daha bi acıtırdı beni... Uyku bahçelerinde çiçeklerim soluyordu. Uykuyu haram kılardım geceme, değince gözlerin gözlerime...

Bir seçeneğim yoktu, gideceğim bir kentte...
Kaybolduğum sokakta unuttum ismimi, kent bana yabancı nicedir. Ne yana çevirsem yüzümü sesim kesilirdi, şikâyetim olurdun şehrin soğuk yanlarına... Dilekçelerim iade-i taahhütlü hüzünlerle örtülüydü...

"yabancısıydım" dilini bilmediğim kentin, yabancıydım. Tek bir ses yoktu sesime denk düşen. Yalnızdım... Yalnızlık daha çok yabancılaştırmaz mıydı beni kendime? Yabancıydım sokaklarda süzülen neon ışıklarına...

Bir seçeneğim varmış anladım, gideceğim kent sayfa sayfa dökülüyordu yüreğimden... Neden yoksun? Sana ihtiyacım var görmüyor musun? Senden eksilen yanlarımı toplasam, bir ömür alır. Saklıyorum seni kent kent, sokak sokak... Bir yerde ıskalarsam seni bir yerde isabet ettirirdim, yakın düşerdim yüreğine... Kim bilir?

Çarmıha gerilen dil, hüzün hüzün aşk saltanatında... Görmeye mecali yok gözlerimin. Yaslanamadım aşkına bir hüzün boyu, ya hüzün aşkı siler ya da aşk beni tek kalemde... Hüzün aşkı ele geçirince hüzün taze kalırdı, aşk solardı. Sen anlatırken beni, soyut kalıyordu öznem sesinde... Şikâyetçi değildim, yeter ki dilin ismimi zikretsin. Çelişki yüklü sancılarım ölüyordu ardından bu keşmekeşlik, bu girdaplar beni içine çekerken boğulurdum. İsimsizliğim ta o günlerden hatıra bana, yeni değildi bu sancım.

"git" le başlayan tüm cümlelerim sana "gel" diyebilmemin verdiği; gururdışı edilmiş kafiyelerdendi... Bir bakıma sırdı geceme. Çatlak kentler su sızdırıyorken, giden ben oluyordum bu kez... Nasıl istersen öyleydim, lezzeti sınırdışı edilmiş gülüşlerim vardı yüzümde...

Sen hangi kentte bıraksan ellerimi, ben o kentte kalıyordum yalnızlığımla bir başıma... Ne zaman gelcek olsan o an "firar"dım; gecenin gündüze hasret yanına sığınırdım... Gelemem çünkü aşığım sana, kavuşursak film biter... Senden geçişim bundan... Yar beni bekleme git artık... Rüzgâra emanet saçlarım; dokunma dayanamam, dokunma hüzünbaz gecelerimizi özlerim.

Yokluğun Çelik Duvar, Yokluğun Kaçış Bana...

Pas Bob

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorum yapmak ve siteye üye olmak isteyenler, Gmail hesabı ile siteye üye olabilir, Sitede yorum bölümünde, “yorumlama biçimi” yazan butondan “Google hesabı” yazanı seçerek yorumunuzu yazabilirsiniz.

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.