Dur yüreğim, çırpınma gayrı… Bitsin ütopyalar uğruna çarpışmaların. Usulca çekilmek varken inzivalara, neden bu hasret kızıl elmaya?
Yeter yüreğim, yanma gayrı… Nemrud’un ateşini çek göğsümden, İbrahim değilim ben! Nuh tufanı az gelir bu cehennem yangınlarına… Uslan deli yüreğim.
Bıkmadın mı hala usanmadın mı her zerrene beyaz bayrak açtırmaktan? Tekrar tekrar toplayıp küllerini simurg’luğa kanat çırpmaktan Kaf dağının ardı kadar ırak kalmaktan sevdaya, masallar kadar masal olmaktan, sırçadan saraylar kurup her defasında dağılmaktan? Bıkmadın mı yıkıntılar arasında kana bulanmaktan?
Neden bu inat yüreğim? Üç oda, bir salon yalnızlığa gömülmek varken, bir yüreğe sıkışma gayretin? Martının balığa aşkı kadar imkanlıya höykünüşün? Ayağındaki prangaları görmezden gelip meçhule depar atışın? Bileklerinden sızan kanlara aldırmayışın? Neden gözü karalıkta gözbebeklerimi sollayışın? Neden yüreğim bu kadar asi oluşun?
En sert muhtıralara aldırmayıp, kanlı ihtilaller çıkarışın göğüs kafesime meydan okuyup, başkaldırışın? Bir annenin şefkatini taşırken içinde, nedir bu kana susamışlığın? Sus yüreğim, geldin yolun sonuna… Söz sükuta yenik düştü, ben sana, sen sevdaya, sevda ayrılığa… Elemeler bitti, final zamanı şimdi.
İşte çıkıyorlar ortaya, mavi köşe vuslat, kırmızı köşe ayrılık. Başı sonu belli bir oyun bu; mavi kırmızıya hükmen mağlup ve hükmü veren maşuk… Ahmak yüreğim, anla artık, anla! Yaradan’dan başka yar yok sana! Nazar eyle ahvalime, yüz çevirme bana… Sana sesleniyorum… Ey içime düşen düşüm! Bir düşün peşine düşerken, düş-üme düş-müşüm. Getir düşümü, getir ki kurtulsun bu düş(üş)ten ömrüm…
Pas Bob
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yapmak ve siteye üye olmak isteyenler, Gmail hesabı ile siteye üye olabilir, Sitede yorum bölümünde, “yorumlama biçimi” yazan butondan “Google hesabı” yazanı seçerek yorumunuzu yazabilirsiniz.
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.